Oysa Tasavvuf der ki:
“Sen sandığın şey değilsin; sen, seni sananın da ötesindesin.”
Ne çok şey var sandığımız gibi çıkmayan…
Ne çok insan var, aslında hiç tanımadığımız…
Belki de duyguların en ağırı, hakikati görmeden “sandığımız” hâllerdir.
Zihin Sanır, Gönül Bilir
Tasavvuf bize bunu öğretir:
Sanmak, perdedir; hakikat, o perdenin ardındaki nur.
Zihin sanır, gönül bilir.
Zihin ses çıkarır, gönül susar ve duyar.
Modern çağın en büyük yanılgısı da budur aslında.
Hızla tükettiğimiz duygular, yüzeyde tanıdığımız insanlar, birkaç satırlık önyargılar…
Bir “merhabaya anlam yükler, bir suskunluktan” düşmanlık üretiriz.
Sonra kırılırız, “hayat böyleymiş” deriz.
Oysa hayat değil, biz sanmışızdır.
Belki dost sandığımız kişi bir imtihandı.
Aşk sandığımız duygu bir aynaydı.
Doğru sandığımız yol, aslında yönümüzü bulduran bir sapmaydı.
Zanlarımızın Kurbanıyız
Mesnevi’de bir hikâye vardır:
Bir derviş, gece karanlığında bir ip bulur; yılan sanıp korkudan kaçar.
Sabah olur, güneş doğar, bakar ki o sadece bir iptir.
O an anlar: “Korkum yılandan değil, kendi zannımdandı.”
Biz de çoğu kez duygularımızın değil, zanlarımızın kurbanıyız.
Gerçek yüzüyle değil, içimizdeki gölgesiyle görürüz insanları.
Ve o gölgeye inanırız.
Oysa hakikat hep oradadır; sessiz, derin, sabırlı…
Bekler ki insan sanmayı bıraksın, görmeyi seçsin.
Sandığımız Gibi Değil, Hakk’ın Bildiği Gibidir
Belki de hayatın en güzel anı, “sandım” demekten “anladım” demeye geçilen o ince çizgidedir.
Çünkü o anda insan, hakikate bir adım daha yaklaşır.
Ve her şey, olması gerektiği gibidir.
Bizim sandığımız gibi değil, Hakk’ın bildiği gibidir.